28 Nisan 2015 Salı

İtirazım Var 1

-Sivas'tan doğrudan İstanbul'a tayin olmuşsunuz.
-Üniversiteyi orda bitirdim, dolayısıyla kıdemim yükseldi.
-Siyaset bilimi de okumuşsunuz.
-Üzerine yüksek lisans yaptım. Antropoloji.
-Niye?
-Niçin tek bir tanrıya inanmamız gerektiğiyle ilgili bazı rasyonel izahlara ihtiyaç duymuştum.
-Ulaşabildiniz mi?
-Eh işte, Hegel kadar.
-Sivas'tan önce de İncirlik'te tabur imamlığı yapmışsınız.
-Evet, askerliğimi orda yaptım, sonra da orda imam olarak kaldım.
-Sonra niye Sivas'ı istediniz?
-Bağlama çalmayı öğrenmem gerekiyodu.
-Çok enteresan bi' insansınız.
-Sizin kadar değil!
-Sebep?
-Diyanet İşleri Başkanlığı'nda çalışıyosunuz.
-N'olmuş?
-"din ü millet sorarısan / âşıklara din ne hâcet / âşık kişi harab olur / âşık bilmez din diyanet"... Yunus Emre...

"Salman Bulut" rolünde Serkan Keskin, "İtirazım Var" filminden.

Kıvılcımlı'nın Sözleri 1


  • Tarafsızlık bizim harcımız değil. İşçi çocuğuyuz. Olduk olası: başta işçi sınıfımızdan yana düşünüp davranmayı öğrendik. İnsanoğlunun ancak ve yalnız işçi sınıfı yanından gerçek insan olacağına inanıyoruz. O noktada en ufak ikircik geçirenler, "Stalin" olsalar, bizi bağlayamamışlardır ve bağlayamazlar.
  • Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense ölmek daha iyidir.
  • Ben, insanın hayvan yerine konmasına karşı çıktığım için sosyalist oldum.
  • İnsanlığın önünde iki rahmetten biri var: ya bilesiye, tüm bilinçli, kıyasıya, öldüresiye ve ölesiye Milli Kurtuluş Savaşı göze alınır yahut sürünesiye, sömürülesiye, çürüyesiye, geberesiye kullaşılır, köleleşilir. Ya Kurtuluş Savaşı ya da en soysuz Köleleşmenin Mezar Taşı.
  • Görev başında ömür merdiveninin son basamaklarına geldik. Kimsenin kara yahut mavi yahut yeşil, elâ gözü için yaşamadık. Kimseden proletarya doğruluğu ve yoldaşlığı dışında hiçbir şey beklemedik. Kimsenin de bizden başka şey istemesine göz yummadık. Görev yapıyorduk, muhallebi değil. Görev yapmada çok iyi biliyoruz; vurmak da vardır, vurulmak da. Hepsi vız gelir ve de gelmelidir.
  • Hangi ülkede hangi çocuğun kaç lokma ekmek yiyeceğine, servet sahiplerinin bir araya geldikleri kahvaltılarda ve yemeklerde karar verilir.

Türkiye Devriminin Önderi Hikmet Kıvılcımlı

Erzurum

5 Kasım 2013 Salı

Nihat Genç 1



 Ben bütün yerli güçlerden yanayım, bağımsız güçlerden yanayım. Bir ülkenin halkı, oranın yemekleri, lezzetleri, siyasi egemenliği, tarihine egemen sivil insanların o topraklarda egemenlik kurmasını isterim. Türkiye'de, işte AB'ye gireceğiz, Ermeniler'le açılıyorız, Kıbrıs'ta şöyle iyi, ileri demokrasi, özgürlük, vesayet kalkıyor gibi yalan yanlış bir sürü şey geldi ve dikkat edin hiçbirine bu toprağın insanları siyasi olarak karar vermedi dayatıldı...

(...)

NTV mesela bu siparişlerin piyasalandırılması konusunda çok büyük bir rol oynadı, yok yüzleşiyoruz yok hesaplaşıyoruz diye olmayan dertler yontulup icad olundu sonra sorunlar çözülemeyince olmayan bir anayasa icad olundu ve şimdi bu anayasa olmadan olmaz denilip AKP iktidarının ebedi gücüne iman başladı, yani otuz yıl önce Türkiye'de hiçbir sol hareketin programında idealinde olmayan laflar sorunlar problemler aynı solcular tarafından icad edilip ekmek eşitlik kardeşlik dışında her şey, utanmasalar Marks'ın kitabına Kapital değil Etnikal diyecekler...

(...)

Hani ünlüdür Çetin Altan'ın "ne zaman köylüler tenis oynayacak" sorusu. Bu kolonilerdeki Hindistanlı İngilizlerin onlara kriket öğretmesi gibi. Mesela bu ileri demokrasi projesi ne yapıyor Afganistan'da ve Irak'ta ve de Türkiye'de? Sadece Ergenekon yalanları mı, dikkat edin, NTV, etnik ayrımcılık noktasında bir numaralı görevi yapıyor. Israrla etnik tartışma yapıyor ama altta ne geçiyor Orlando Magic, Boston, Chicago Bulls geçiyor, sürekli geçiyor. Nihayetinde Iraklı çocuklara, Afganistanlı, Türkiyeli çocuklara söyleyecekleri şudur: siz bütün bu kültürel piyasada bu kolonize içinde yeni bir ırk olmak zorundasınız.. Bunun dünkü adı kriketti, bugünkü adı tenis. Şu sorum hiç de komik değil on beş yıllık yayın hayatınızda bu ülkenin milli bir sporunu değil bir dakika, bir kaç saniye dahi göstermemeniz neyin işareti, insan biraz hatıra der yad eder, o kadar sert bir hafızadan yerli milli olanı çıkartıp yok etme girişimi... Yani siz golf oynamak zorundasınız, kendinizi kurtarmak istiyorsanız NBA ligi, Oscar, golf. Bu bir ırk temizliğidir...

[Nihat Genç: Türk tarihinin en çılgın projesi Ergenekon'dur,
röportaj: Levent Orhan, yeniHarman Mayıs 2011]

1 Ekim 2013 Salı

Hun Han Halk


  Çin tahtına Mu geçmişti. Mu zamanında Çin sınırları Doğu Türkistan'a kadar uzanmış bulunuyordu: Cong Hunları Mu'nun büyümesini ve şevketini duyunca nezdine bir sefir göndererek vaziyeti daha esaslı bir surette öğrenmeye azmetmişlerdi. Mu, Hun sefirine şehri ve sarayı göstermiş, bundan sonra şu suali sormuştu: "Çinde bu kadar kanunlar, hayat şartları ve merasim olduğu halde yine karışıklık eksik olmamaktadır. Halbuki Hunlar arasında bunlar tamamıyla aksinedir. Bunun sebebi ne olabilir? Buna Hun sefiri şu sevabı vermişti: "Bütün kanunlar, hayat şartları ve merasim halkın gözünü boyamaya, rüesanın büyüklüğünü göstermeye ve bütün halkı ezmeye yaramaktadır. Böylece halk rüesadan umduğunu ve istediğini bulamayınca, bunun sonucunda memnun olmayanların yapacağı tek hareket hiç olmazsa ortalığı karıştırmaktır. Hunlara gelince: Onlar arasında hayat tamamıyla başkadır. Orada başbuğ herkese eşit ve insanca muamele eder ve daime tebasının menfaatini gözetmeye çalışır. Tabii bunun sonucu da rüesaya itimat ve hürmetten başka bir şey olamaz." Mu bu sözleri duyunca aklı başına gelmiş, bütün vezirleri bir araya toplayarak önce bu bilgili adamı kendi tarafına çekmeye karar vermiş, bunun için de bir hile yolu bulmuşlardı. Kral Mu, Cong kralına Çin müzisyenleri ve şarkıcıları göndermiş, bu suretle hükümdarın hayat tarzını değiştirmeye çalışmıştı. Çin müzisyenleri kralın son derece hoşuna gitmişti. Bir müddet sonra Hun sefiri vatanına dönünce bu hali görmüş, tabii tenkit etmiş, fakat hükümdar kendisine kızmış, o da Çinliler nezdine kaçmaya mecbur olmuştu. İşte bu hile sayesinde bu bilgili sefir elde edilmiş, bunun nasihatleri ile Cong'lar mağlup edilerek ellerinden 12 krallık zaptedilmişti.

[Türk Sözünün Aslı, Hüseyin Namık Orkun]


5 Haziran 2013 Çarşamba

Sayfa Bir ve "Çinggis"

Moğolların Gizli Tarihi (MGT)'nin ilk sayfası:
"Çinggis xahan'ın ceddi, yüksek Tanrının takdiriyle yaratılmış bir boz kurt idi, eşi beyaz bir dişi geyik idi. Onlar denizi geçerek geldiler. Onan nehrinin menbaı ile Burhan - xaldun (dağı) civarına yerleştiklerinde, Bataçihan adlı bir oğulları oldu."

"Çinggis" Ahmet Temir'in dipnotu:
Çinggis sözü henüz açıklanamamıştır. Vladimirtsov bu sözün, "şaman rahipleri arasında kullanılan ışık tanrısı adı olması muhtemeldir" diyor. Fakat bunun Çince'den gelmiş olması daha kuvvetli bir ihtimal dahilindedir. O zaman Çin'Le irtibat henüz kuvvetli olmamakla beraber, Çin dili bozkırlara nüfuz etmiş bulunuyordu. Eski Moğolca metinlerde bile ong (wang) "prens", taize "veliaht" gibi Çince'den  gelen bazı unvanlara veya başka sözlere rastlıyoruz. Meselâ, hükümdar kendisi de muhafızlarına hitap ederken çing setkilten "sadık düşünceliler" tabirini kullanıyor ki, buradaki çing Çince ch'eng "sadık, doğru" sözü ile aynı olabilir. Bu suretle Çinggis lakabı da Çince cheng "düz, doğru" sözünden - sonuna determinativ -s ekinin getirilmesi suretiyle - önce cinggis şeklinde teşekkül etmiş olabilir. Hakikaten bu Çince söz, murabba yazılarla yazılmış olan eski Moğolca metinlerde cing şeklinde de ifade olunmaktadır. Bu suretle cinggis veya çinggis "en doğru hükümdar" tabirinin, daha resmi bir unvan olmak üzere, sık sık rastlanan tus xan "meşru hükümdar" unvanı yerine kabul edildiği düşünülebilir. Metinde umumiyetle Çinggis - Xahan şeklinde rastlanan bu tabir için tercümede hep xan şekli kullanılmıştır.

[Moğolca'dan Türkçe'ye geçen sözlerde -s > -z olduğundan, bu sözün sonu Türkçe'de -z şeklinde girmiş ve muhtelif Türk lehçelerinde Çinggiz, Çınggız, Çinggiz, Çengiz veya Cengiz şekillerinde kullanılmaktadır. P. Pelliot, Ramstedt ve Kotwicz bunu, Türkçe ve Moğolca'da müşterek olarak kullanılan tengiz, tinggiz, dinggiz, deniz, tenggis yardımı ile açıklamışlardır. (...)

Moğol rivayetlerine göre Temucin doğarken, bir kuş gelip cinggis, cinggis sözlerine benzer sesler çıkararak ötmüş, işte bundan dolayı Temucin'e Çinggis unvanı verilmiştir. Buna ve Çinggis unvanının Tibetçe şekli olan Cinggir sözüne dayanarak Kozin, Kalmık destanı kahramanının adı olan Cangar sözünü de menşe bakımından Çinggis ile birleştirmektedir.]

*tenggis; Türkçe deniz, dingiz (Kazan.). Bu söz Moğolca'da "iç deniz, göl, Baykal gölü"  anlamlarında da kullanılmaktadır.

Ve;
Tanrı: MGT "Tenggeri". Haenisch ve Kozin bunu "sema" diye tercüme ediyorlar. Bu söz Türkçe tanrı ile aynı olup, "Allah" manasında da kullanıldığı için, yukarıdaki gibi naklettik. Bak: Moğ. tengri; Uygur. tengri; Yakut. tangara. Ramstedt bunu < Sinokor. t'ien-ri şeklinde izah etmektedir.
Boz Kurt: MGT "Borte Çino". Haenisch bu tabiri harfiyen tercüme ettiği halde, Kozin özel bir ad telakki ediyor ve Borte-Çino şeklinde yazarak tercüme etmeden geçiyor.
Dişi Geyik: MGT "Xo'ai Maral" tabirini de Haenisch'e göre tercüme ettik. Kozin bunu da şahıs adı olarak alıyor ve tercüme etmeden Goa-maral şeklinde naklediyor. 

Not. Moğolca sözcüklerde ' işareti gayın (g) manasında.

Moğolistan'da Cengiz grafitisi

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Aklıma Gelenler 2: Türk Müslümanlardaki "Şâmânlık" Kompleksi

Möngke Tengri-yin Küçü-dür (Eğer böyle bir şey mümkünse)

Kişioğlunda bi huy var ki, güçlenmek istiyorsa illâ ki bir düşman buluyor; yoksa yaratıyor, varsa, baştan var ediyor. Ona bok attıkça daha da şahlanıyor. Osmanlı'da da bol bol vardı; 20. yüzyılda da sayısız gördük tüm bu gelenekden gelen 21. yüzyıl "İslam-Türk"çülerinde de (Türk-İslamcılarda da görüyoruz; ama onlar genelde pek bilmiyor yahut ilgilenmiyor, bunlar "İslam-Türk" şeysileri).

Yavuz Bahadıroğlu'nun bi' romanında, sanırım Malazgirt savaşındaki (yahut o civarlardaki bi savaşda)Tengrici Peçeneklerle Selçukluların arasında geçen bir diyalog vardı. Müslüman Türk ordusu, karşısındaki düşman Gayrımüslim Türk güçlerine onların pis şamanlarının kirli sözlerine ve oyunlarına gelmeyeceklerinden falan dem vuruyordu. Tarihte Müslüman olmuş Türklerin diğer boylara "kâfir" diyerek düşman görmesi vardır elbet de, benim zannımca yukarıdaki görüş o tarihdeki komutandan ziyade Yavuz Bahadıroğlu'nun görüşü. Bu bir konu. Asıl denk düşdüğüm "düşman yaratım" meselesi şu:

Bi' şey uydurmuşlar. Neymiş, şeymiş: Eski Türklerin inancı aslında Tengricilikmiş (tamam), şamanlık değilmiş (efendim?, "değillik" derken ne anlamda değilmiş?); çün' şamanlık çok tanrı bi dinmiş (neymiş?). Türkler hep tek tanrıya tapmış. Aradaki kopuşlar olmuş işte şâmânlık gibi pektanrılı dinler ile. Türkler şâmân değilmiş, çün "Dünyaya hükmeden bir millet şâmâncı olamaz"mış.

Evvelâ; sözümü tıñlasınlar deye bi sarık takacağım ve şunun "şaaaamaaan" değil de "şaman" diye okunacağı bir anlatacağım.
Şamanlık (Şamanizm), çoktanrılıymış, Tengricilik tektanrılıymış. Efendim, gayet apayrı birşeymiş gibi aparıp apayırıyorlar. Tengri inancı, hem çoktanrılıdır, hem de tektanrılıdır. Bir Tengri vardır, ve güçler vardır. Bu güçler İslam'daki melekler gibidir yahut evliyaullah gibidir. Kimi zaman iradeleri İslam'ın meleklerinden daha genişdir, bazen değildir. İslam'da da Ademin yaratılmasından önce meleklerin itirazı, yahut sorusu var. Bu da yüzde yüz itaatin dışına çıkan bir durumdur, değil midir? Benim anladığım şamanlık / kamlık ise bir inanç sisteminden ziyade bir doğayla, doğa güçleriyle (sahipleriyle / iyeleriyle) kontak, muhabbet halidir, yol bilme halidir, ve şifa verme halidir, bir pratiktir. Tengri, olandır; kamlık olan ile bir muhabbet halidir. Bir sufi şeyhi yahut dervişi gibi toplumdan bir anlamda uzakdır, ona uyum sağlayamaz; ve bir muhabbeti vardır. Hem de karnını doyuracağı en birincil becerisi şâfiliği, şifacılığıdır.

Konu budur; muzdarip olduğum konuyu en başta dedim. "Şamanlık çok tanrılıdır, biz müslümanız şamanlığı sevmeyiz; tengri tekmiş, negzel müslüman gibi". Böyle saçma sapan bir ayrıma giden zevat, muhtemelen şaman'ın bir kişiye verilen bir sıfat olduğundan da bihaberler. Ayrıma gitmelerinin nedenlerini buldum mu bilmem de düşündüm. Düşünmedim değil:

Geçmişlerine bok atmak istiyorlar. "İslam" olmayan kişiler olan Türk atalarına bok atmak istiyorlar. Çün çoğusunun içden içe "diğer" olan "aşağı" gayrı-müslimlere bok atma istenci var. Alenen belki hiç yok, ama içden içe bi yerden patlayıveriyorlar bazen. "Eski Türkler müslüman değildi, ordan bi bok atmak lazım" içsesinin çaresizliği.
Kimse Türk ya da Arap olmak zorunda değil diye farz bellediğimiz klişelerimizi damga yememek adına buraya yerleştirdikden sonra; bazısı aslen gayrı Türk olduğundan, zaten bir yerden Türk'e bok atmak isteği duyan da vardır. Bazısı da kendini her daim üstün gören ve her daim şereflenecek bir özelliğini arayan, kendini islamla şereflenmiş sayan Türkler olduğundan; şereflendiğinin öncesinde bir şerefsizlik arar ve yine Türk'e bok atar. Osmanlı islam olduğundan mı yoksa göt olduğundan mı Türk'e Yörük'e zulmederdi, düşününüz.

Aynı zamanda, kendinden olan ataya da bok atmak istemiyorlar. Çün yine bir "şereflenme" isteği, hep bir yukarıda olma refleksi. "Olamaz" refleksi. "Benim atalarım çok tanrılı olamaz!". Olsa ne olur? Çün' kafalarında hep bir asabiyet, yani "kan bağı". Derler ki İslam Araplar arasında kan bağını reddedip buna karşı olmuş ve bunu yıkmıştır. Selman-ı Farisi için de "O benim ehl-i beytimdendir" hadisi de bu kan bağının reddine de delaletdir, derler. Fekat hal böyleyken "anne tarafından Mevlana Celaleddin-i Rumi, babanne tarafında Babaziz'e dayanır soyumuz" diyen kişioğulları kol geziyor. Ne ikircikdir? Bunun gibidir, camiada ikilik vardır. Çoğu zaman tevazuları, kendi yalanları ve aslında kibirlikleri de olur, fakat bunlar örnek olarak kalsın, ilerde belki başlık olur.

Fekat işbu ikircik hali hazırda konumuzdur. Hem Türk'e bok atıp kendi şuanki varlığını kuvvetlendiren zevat, aynı zamanda yine aslında aslının asla kötü olamayacağı kibirine düşüp, içden içeee içden içeee, olmayacak şekilde eski güzel inanc hakkında saçmasapanlık türetmişler; "Ya işte aslında kafirler : @! Ya işte ama aslında müslümanlar ;)" kafasına girip, kendi komplekslerini ve feysbuklarını döşeyip, bazısı hatta karıya kıza karizmatik görünme derdindeler.

Dergaha gider; zikr, def, post, selam, vahdet, eşyaya saygı nerden gelmiş bilmez, görür de anlamaz. Niye mi? Öküzdür çünkü.