Bir isimle birlikte kullanıldığında
tengri kelimesinin nasıl çevrilmesi gerektiğini bilmek hemen hemen olanaksızdır; bu kullanımın aslında "ilahi" ve "göksel" olarak yorumlanan
tengrilik'e eşdeğer olmaması gerekir ve kelime öne veya arkaya konduğunda aynı anlamı taşımamaktadır. Kaşgarlı der ki, çok büyük bir ağaç gibi, göze büyük görünen her şeyi belirlemeye yaramaktadır. Bu yargıyı kanıtlayan çok sayıda örnek vardır. Bozkırlardaki büyük bir ağaca o kadar saydı gösterilirdi ki, onun karşısında diz çökülür ve kendisine saygı sunulurdu. Ayrıca adbilimsel verileri Tengri Tag, Çince çevirisiyle
Ti'en şan; Tengri Nor veya
tengri kağan ile Çakul yazıtındaki
tengri elim gibi uluslarası düzeyde oldukça tanınmış isimlerle bu görüşü kanıtlamaktadır. Hem Çince değişkesi hem dilbilgisi kuralları bu deyimleri "göksel dağ", "göksel göl", "göksel hükümdar", "benim göksel ülkem" ve ya "ilahi dağ", "ilahi göl" vs şeklinde çevirme yetkisini bana verdiği kanısındayım. Tengri devrikleştirildiğinde bunun aksi olmaktadır ve en azından
öd ve
yol'da böyledir.
Öd tengri deyiminin içinde olduğu cümle, ilk önce: "Gök zamana hâkimdir" şeklinde çevrilmiştir. Gerçekte Matmazel von Gabain'in ortaya koyduğu gibi bir "zaman tanrısı" söz konusudur. Bu kavrama Kaşgarlı'da ve
Kutadgu Bilig'de, ata binen ve aynı zamanda hareket eden kişileştirilmiş zaman olan Ödlek ismiyle tekrar rastlanmaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki yorumu düzelterek şöyle çevirmek gerekir: "Zaman tanrısı emreder, bütün insanoğulları fani doğar"; nitekim Kaşgarlı, bu cümleyi hemen hemen aynı şekilde ve aşağıdaki gibi ele almaktadır: "Zaman (
öd) insan farkında olmadan geçmektedir; insanlar sonsuza kadar yaşamazlar". Elimizde bulunan çok sayıdaki kanıta dayanarak diyebiliyoruz ki, Tanrı doğrudan insanın kaderine hükmetmektedir. "Yıldırım tanrısı" zaman tanrısı gibi hem özerktir, hem de Tengri'nin bir parçasıdır.
Irk Bitig'de aynı şey çok muammalı bir şekilde aşağıdaki tanrılar için de söz konusudur: "Sazlar arasında oturan tanrı (veya ayağa kalkan tanrı)" ve "yol tengri'si" veya "barışı yapan, kırılan şeyi tamir eden", genelde Göğün bir bağışı olan yaşam gücünü (
kut) dağıtan bir "şans tanrısı" vardır. Bu sonuncusu herhalde, Buryatlarda rastladığımız "iyi şans veren tanrı"yı öğrenmeden önce hakkında bir şey bilmediğimiz, "talihin siyah tengri"si veya daha doğrusu bir "kötü kader tanrısının" aynısıdır.
Yol kelimesi hem "yol" ve "şans" hem de kader" anlamına gelmektedir (son anlamı kader Moğolca
col'a karşılık gelmektedir). Bu, dünyanın yollarına ait bir tanrısallıksa son derece kuşkuludur. Belki de Hoytu Tamir'de yolcuları dağların ülkelerine doğru götürmesi istenilen "hayat ve kaderin yirmi iki soylu kişisi" veya "soylu bilge kişiler, küçük soylu kişi babalar" ve ayrıca bir
tengri iduk, bir "
tanrısal iduk", yani "bizim yolumuzu kaybettirme" diye kendisine yakarılan göksel veya ilahi bir hâkim-tin'e gönderme yapıyorlardır. Bu eski tanrısallığın anısına, ilk Türk İslam metinlerinde olduğu gibi,
Dede Korkut Kitabı'nda aşağıda ifade edildiği şekilde tekrar rastlanmaktadır: "Tanrı bana yolu vermiştir" (yol); aynı şey kesin olarak çağdaş inançlarda da tekrar görülmektedir.
Görüldüğü gibi, tektanrılılıkla bir arada bulunan bir tür çok tanrılılık söz konusudur. Bunlar yalnızca aynı gerçeğin iki ayrı yönünü yansıtmaktadır. Bir süre sonra hem özerk hem de tek bir Tanrı'ya bağlı başka tanrılara da rastlayacağız; bunların bazıları Gökten ayrılmış, bazıları ona ilişkin, ama tamamıyla aynı Tanrı'ya bağlı ayrı ayrı varlıklar halinde görülmektedir. Seyyahlar bazen bunlardan söz etmekte ve varlıklarına, özellikle oniki tanrıları olan Başkirlerde işaret edilmektedir. İlerde göreceğimiz gibi Tengri, eylemlerinde tam anlamıyla özerk olabileceği gibi, çoğu kez başka tanrılarla birlikte hareket ettiğini gözlemlemekteyiz. Bu beraberliği önce onu yalnız olarak gözlemledikten sonra, ikili bazen üçlü veya daha uzun bir tanrı dizisi arasında saptamaktayız. Ancak hiçbir zaman, bu tür bir çoktanrılılık ne tektanrılılığı ne de Göğün üstünlüğünü unutturmamaktadır. Rahatlıkla sanıyorum ki, Göğe başka güçlerin eklenmesi, zaten var olanın, yani Göğün temeldeki birliğinin üzerine ısrar etmekle eş anlamdadır.
Melek veya demon sınıfına indirgemeye çalışarak birkaç tanrının varlığından söz ettikleri zaman bile çoğu yabancı gözlemcilerin gördüğü şey salt tektanrıcılıktır. Bir Gürcü tarihi bu konuyu şöyle özetlemektedir: "Bunların dini, ölümsüz bir Tanrı'ya tapmaktan başka bir şey değildir". Suriyeli Mikhael'e göre: "Gog tengri dedikleri tek bir Tanrı'ya tapmaktalar; bu ad göksel mavi Tanrı anlamına gelmektedir. Gerçekte Göğün Tanrı olduğuna inanmaktadırlar". Hayton kendi yönünden: Tatarlar Tanrı'ya inanıyorlar ve onu ölümsüz olarak biliyorlar" demektedir. Ricold de Monte Croce de şunları aktarmaktadır: "Dünyada her şeyin üzerinde Tanrı diye tanımladıkları en yüce bir varlığa inanmaktadırlar".
Cami el-Tavarih, Tatarlara hitap eden bir Müslümana şunları atfetmektedir: "Kuran, çoktanrılıları öldürmeyi tavsiye etmektedir. Ancak sizler Tanrı'nın adını tüm emirlerinizin önüne koyduğunuzdan bu sınıfa dahil edilemezsiniz". Bu metinlerin Moğol devrinden kalmış olması, genelde geçerli olan kapsamını herhangi bir şekilde değiştirmez; ayrıca daha önceki devirlere ait Türklerle ilgili bu türden birçok örnekten söz edilebilir. Bu bağlamda Makdisi şunları yazmaktadır: "Türkler
bir tengri, yani Tanrı birdir derler... Bazıları
tengri'nin Göğün mavisinin bir adı olduğunu iddia eder... başka bazılarıysa Göğün kendisi olduğunu ileri sürerler.
Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini