30 Mart 2013 Cumartesi

Kopuzların İcadı

Kazak-Kırgızlar'ın inanışlarına göre, Korkut Ata en büyük velilerden sayılır. Kazakların kopuz ve tanbure, dombra gibi sazlarını icad eden de yine Korkut Ata idi.
Korkut Bahşı denmesi de onun "kopuzlu ve sazlı aşıkların piri ve en büyüğü olarak" kabul edilmesinden ileri geliyordu. Bunun için kopuzlu sazlı aşıkların piri ve en büyüğü olarak" kabul edilmesinden ileri geliyordu. Bunun için kopuzlu Kazak Kırgız bahşıları kopuzlarıyla ruhları çağırırken "Su ayağı Er Korkut! Felâketi sen korkut! Benim dev pirim, buraya sür!" derler.

Kırgız komuzunun icadı efsanesi: "Atlar ile at sürülerinin bir koruyucusu" olduğuna inanılan Kamber Ata, bir eşek bağırsağını germiş ve bu bağırsağı parmağı ile veya bir mızrapla çırpmış, bir çalgı çalıyormuş gibi yapmış, böylece Komuz icad edilmiştir (Belyayev).
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, 9. Cilt

29 Mart 2013 Cuma

Tengri'den Tengrilere (Roux)

Bir isimle birlikte kullanıldığında tengri kelimesinin nasıl çevrilmesi gerektiğini bilmek hemen hemen olanaksızdır; bu kullanımın aslında "ilahi" ve "göksel" olarak yorumlanan tengrilik'e eşdeğer olmaması gerekir ve kelime öne veya arkaya konduğunda aynı anlamı taşımamaktadır. Kaşgarlı der ki, çok büyük bir ağaç gibi, göze büyük görünen her şeyi belirlemeye yaramaktadır. Bu yargıyı kanıtlayan çok sayıda örnek vardır. Bozkırlardaki büyük bir ağaca o kadar saydı gösterilirdi ki, onun karşısında diz çökülür ve kendisine saygı sunulurdu. Ayrıca adbilimsel verileri Tengri Tag, Çince çevirisiyle Ti'en şan; Tengri Nor veya tengri kağan ile Çakul yazıtındaki tengri elim gibi uluslarası düzeyde oldukça tanınmış isimlerle bu görüşü kanıtlamaktadır. Hem Çince değişkesi hem dilbilgisi kuralları bu deyimleri "göksel dağ", "göksel göl", "göksel hükümdar", "benim göksel ülkem" ve ya "ilahi dağ", "ilahi göl" vs şeklinde çevirme yetkisini bana verdiği kanısındayım. Tengri devrikleştirildiğinde bunun aksi olmaktadır ve en azından öd ve yol'da böyledir.

Öd tengri deyiminin içinde olduğu cümle, ilk önce: "Gök zamana hâkimdir" şeklinde çevrilmiştir. Gerçekte Matmazel von Gabain'in ortaya koyduğu gibi bir "zaman tanrısı" söz konusudur. Bu kavrama Kaşgarlı'da ve Kutadgu Bilig'de, ata binen ve aynı zamanda hareket eden kişileştirilmiş zaman olan Ödlek ismiyle tekrar rastlanmaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki yorumu düzelterek şöyle çevirmek gerekir: "Zaman tanrısı emreder, bütün insanoğulları fani doğar"; nitekim Kaşgarlı, bu cümleyi hemen hemen aynı şekilde ve aşağıdaki gibi ele almaktadır: "Zaman (öd) insan farkında olmadan geçmektedir; insanlar sonsuza kadar yaşamazlar". Elimizde bulunan çok sayıdaki kanıta dayanarak diyebiliyoruz ki, Tanrı doğrudan insanın kaderine hükmetmektedir. "Yıldırım tanrısı" zaman tanrısı gibi hem özerktir, hem de Tengri'nin bir parçasıdır.

Irk Bitig'de aynı şey çok muammalı bir şekilde aşağıdaki tanrılar için de söz konusudur: "Sazlar arasında oturan tanrı (veya ayağa kalkan tanrı)" ve "yol tengri'si" veya "barışı yapan, kırılan şeyi tamir eden", genelde Göğün bir bağışı olan yaşam gücünü (kut) dağıtan bir "şans tanrısı" vardır. Bu sonuncusu herhalde, Buryatlarda rastladığımız "iyi şans veren tanrı"yı öğrenmeden önce hakkında bir şey bilmediğimiz, "talihin siyah tengri"si veya daha doğrusu bir "kötü kader tanrısının" aynısıdır. Yol kelimesi hem "yol" ve "şans" hem de kader" anlamına gelmektedir (son anlamı kader Moğolca col'a karşılık gelmektedir). Bu, dünyanın yollarına ait bir tanrısallıksa son derece kuşkuludur. Belki de Hoytu Tamir'de yolcuları dağların ülkelerine doğru götürmesi istenilen "hayat ve kaderin yirmi iki soylu kişisi" veya "soylu bilge kişiler, küçük soylu kişi babalar" ve ayrıca bir tengri iduk, bir "tanrısal iduk", yani "bizim yolumuzu kaybettirme" diye kendisine yakarılan göksel veya ilahi bir hâkim-tin'e gönderme yapıyorlardır. Bu eski tanrısallığın anısına, ilk Türk İslam metinlerinde olduğu gibi, Dede Korkut Kitabı'nda aşağıda ifade edildiği şekilde tekrar rastlanmaktadır: "Tanrı bana yolu vermiştir" (yol); aynı şey kesin olarak çağdaş inançlarda da tekrar görülmektedir.

Görüldüğü gibi, tektanrılılıkla bir arada bulunan bir tür çok tanrılılık söz konusudur. Bunlar yalnızca aynı gerçeğin iki ayrı yönünü yansıtmaktadır. Bir süre sonra hem özerk hem de tek bir Tanrı'ya bağlı başka tanrılara da rastlayacağız; bunların bazıları Gökten ayrılmış, bazıları ona ilişkin, ama tamamıyla aynı Tanrı'ya bağlı ayrı ayrı varlıklar halinde görülmektedir. Seyyahlar bazen bunlardan söz etmekte ve varlıklarına, özellikle oniki tanrıları olan Başkirlerde işaret edilmektedir. İlerde göreceğimiz gibi Tengri, eylemlerinde tam anlamıyla özerk olabileceği gibi, çoğu kez başka tanrılarla birlikte hareket ettiğini gözlemlemekteyiz. Bu beraberliği önce onu yalnız olarak gözlemledikten sonra, ikili bazen üçlü veya daha uzun bir tanrı dizisi arasında saptamaktayız. Ancak hiçbir zaman, bu tür bir çoktanrılılık ne tektanrılılığı ne de Göğün üstünlüğünü unutturmamaktadır. Rahatlıkla sanıyorum ki, Göğe başka güçlerin eklenmesi, zaten var olanın, yani Göğün temeldeki birliğinin üzerine ısrar etmekle eş anlamdadır.

Melek veya demon sınıfına indirgemeye çalışarak birkaç tanrının varlığından söz ettikleri zaman bile çoğu yabancı gözlemcilerin gördüğü şey salt tektanrıcılıktır. Bir Gürcü tarihi bu konuyu şöyle özetlemektedir: "Bunların dini, ölümsüz bir Tanrı'ya tapmaktan başka bir şey değildir". Suriyeli Mikhael'e göre: "Gog tengri dedikleri tek bir Tanrı'ya tapmaktalar; bu ad göksel mavi Tanrı anlamına gelmektedir. Gerçekte Göğün Tanrı olduğuna inanmaktadırlar". Hayton kendi yönünden: Tatarlar Tanrı'ya inanıyorlar ve onu ölümsüz olarak biliyorlar" demektedir. Ricold de Monte Croce de şunları aktarmaktadır: "Dünyada her şeyin üzerinde Tanrı diye tanımladıkları en yüce bir varlığa inanmaktadırlar". Cami el-Tavarih, Tatarlara hitap eden bir Müslümana şunları atfetmektedir: "Kuran, çoktanrılıları öldürmeyi tavsiye etmektedir. Ancak sizler Tanrı'nın adını tüm emirlerinizin önüne koyduğunuzdan bu sınıfa dahil edilemezsiniz". Bu metinlerin Moğol devrinden kalmış olması, genelde geçerli olan kapsamını herhangi bir şekilde değiştirmez; ayrıca daha önceki devirlere ait Türklerle ilgili bu türden birçok örnekten söz edilebilir. Bu bağlamda Makdisi şunları yazmaktadır: "Türkler bir tengri, yani Tanrı birdir derler... Bazıları tengri'nin Göğün mavisinin bir adı olduğunu iddia eder... başka bazılarıysa Göğün kendisi olduğunu ileri sürerler.

Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini


Abdallar


Ömer Tuğrul İnançer:
  • Kalenderîlik, tıpkı melâmîlik gibi bir meşreptir, tarikât değildir. Sözün özü 'Şu hâl şu hâle mahsustur, bu hâl bu hâle mahsustur' demek, meşreple tarikâti birbirine karıştırmak yanlıştır. Abdallık ise bir meşrep değil, ihsan buyurulmuş bir hâldir, her tarikâtten çıkar.
  • Aptala değil, abdala mâlum olur. Mâlum olma da kaba sofuların itiraz ettikleri gibi gâipten haber vermek değil, mevcudu bilmektir, mevcud ise andan ibaret değildir.
Burak Çetintaş:
  • ...Ahmed Yesevî'nin ardıllarıdır ve 13. yüzyılın sonlarından itibaren Abdalan-ı Rum olarak anılmaya başlanırlar.
  • Bugün bir Bektaşî büyüğü olarak kabul gören Bursa civarındaki Geyikli Baba da 15. yüzyılda henüz sona ermemiş Abdallığın uzantısı.
  • Bursa'daki Abdal Murad, Buhara'dan gelip yerleşmiş; Abdal Musa Azerbaycan, Hoy şehrinden gelmiştir.
  • Musa Baba'nın mezarı Bursa - Yıkık Minare Mahallesi cami avlusunda; bazı kaynaklarda ise Elmalı'daki dergahın bahçesinde.
  • Abdal Mehmed 15. yüzyıl başlarında ölür; türbesi Bursa'da Abdal Mehmed Mahallesi'nde.

NTV Tarih, 2012 Kasım sayısından.


28 Mart 2013 Perşembe

Brecht 1

Almanya tepeden tırnağa silahlanırsa bir kere,
çok büyük belalar gelecek başına,
ve davulcu savaşını başlatacak.
Gene de Almanya'yı sizler savunacaksınız
tanımadığınız o yabancı ülkelerde
savaşacaksınız sizin gibi insanlarla.
Davulcu saçmasapan söz edecek kurtarıştan,
ama eşi görülmemiş olacak ülkedeki baskı.
Ve o kazanabilir her savaşı
son savaştan gayrı.
Yitirilince davulcunun savaşı
kazanılmış olacak Almanya'nın savaşı.
Bertolt Brecht, Savaşın Başlangıcı
(Çev. A. Kadir, Gülen Aktaş)

...

Sizler, görmeyi öğrenin bakakalmak yerine.
Davranın! Son verin şu salon gevezeliklerine!
Bu düzen az kalsın dünyayı yönetecekti.
Sonunda yenildi, ama ceremeyi halklar çekti.
Zaferi kutlamak için hiç de acele etmemeli;
Pisliği doğuran karın bugün bile verimli.
Bertolt Brecht,
Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi, Son deyiş


Türkmen Şairi Mahdum Kulı'nda Rüya ve Dolu


Mahdum Kulı'da halk şiiri geleneğinde görülen rüya görme ve bade motifi de yer alır. "Diydiler" redifli şiirinde şairi rüyasında dört atlı alır ve gökyüzüne çıkarırlar. şair kendinden geçer. Adem'den beri bütün evliya ve enbiya ile tanıştırırlar. Arşda, ferşde var olan sırları gösterirler. Kendinden geçen şairi yüzüne tükürerek uyandırırlar. Sonra ona hayır dua ederler. Sonunda da şair, peygamberin emriyle getirildiği eve bırakılır:
Bir gice yaturdım düniñ yarında (gecenin yarısında)
Bir dört adlı geldi yörgin diydiler ("yürü" dediler)
Haberimiz bar saña fursat câyında (fırsat yerinde)
Şol yerde ärler bar görgin diydiler
...
Resul çagır aydar ashâblar süriñ
Oglanı uzadıñ bir fâtâ beriñ (fatiha okuyun)
Buyurdı tört atla eltün tapşırıñ
Getürgen câyında koygın diydiler

Mahdum Kulı bâde içmiş, öğrendiklerini, bildiklerini, gördüklerini söyleme ruhsatı almış bir şairdir. "Boldım giryâne" şiirinde de bunu şöyle anlatmaktadır:
Biri gelüp elin gögsime urdı
Biri bir tîg birlen yüregim yardı
Agzıma agzın koyup biri dem urdı
Diyrler arzıñ diygin Şâh-ı Merdâne
...
Bular böyle diygeç dilim açıldı
Kana kana mey muhabbet içildi
Köñlüme yedi tavr sual geçildi
Diydim ruhsat bolsa gelsün zebâne

Mahdum Kulı rüyasında Nakşîbendî şeyhini görür ve elinden bâde içer. Bunu şu satırlarla dile getirir:
Bir gice yaturdım Şâh-ı Nâkşîbend
Keremi cûş eylep bir nân getürdi
Sag elinde  gül-gûn bâde şarâbı
Sol elinde tâze biryân getürdi
...
Uyandım uykudın kaldım düşümden
Hayrân kaldım dîvâneniñ işindin
Bâdesin nûş eylep gitdim hûşumdan
Gam dîdeden eşk-i giryan getürdi

Türkmen Edebiyatı Notları

Magtımkulı

Ögbeler "Atalar"

Ene-Say'ım, Sayan Tandım / Egir şagdan çurtum çüve
Eriğ Xoyug sıgıt, xömey / Erte şağdan ırım çüve
Xömey sıgıt ögbeleri / Köje daştar aparza-daa
Xörek çırek xayımnaldır / Xömeyler tölder bister
Kargıranıñ ögbeleri / Xaya daşçe xuulza-daa
Kadıg setkil uyaradır / Kargıralar tölder bister

Boncuklu Dağ

Dede Korkut bir gün kopuzunun ucuna taktığı munçak'ını bir dağda kaybetmiş. O dağın adı Munçaktı Tav olmuş. Munçak da bizde boncuk olmuş.