5 Kasım 2013 Salı

Nihat Genç 1



 Ben bütün yerli güçlerden yanayım, bağımsız güçlerden yanayım. Bir ülkenin halkı, oranın yemekleri, lezzetleri, siyasi egemenliği, tarihine egemen sivil insanların o topraklarda egemenlik kurmasını isterim. Türkiye'de, işte AB'ye gireceğiz, Ermeniler'le açılıyorız, Kıbrıs'ta şöyle iyi, ileri demokrasi, özgürlük, vesayet kalkıyor gibi yalan yanlış bir sürü şey geldi ve dikkat edin hiçbirine bu toprağın insanları siyasi olarak karar vermedi dayatıldı...

(...)

NTV mesela bu siparişlerin piyasalandırılması konusunda çok büyük bir rol oynadı, yok yüzleşiyoruz yok hesaplaşıyoruz diye olmayan dertler yontulup icad olundu sonra sorunlar çözülemeyince olmayan bir anayasa icad olundu ve şimdi bu anayasa olmadan olmaz denilip AKP iktidarının ebedi gücüne iman başladı, yani otuz yıl önce Türkiye'de hiçbir sol hareketin programında idealinde olmayan laflar sorunlar problemler aynı solcular tarafından icad edilip ekmek eşitlik kardeşlik dışında her şey, utanmasalar Marks'ın kitabına Kapital değil Etnikal diyecekler...

(...)

Hani ünlüdür Çetin Altan'ın "ne zaman köylüler tenis oynayacak" sorusu. Bu kolonilerdeki Hindistanlı İngilizlerin onlara kriket öğretmesi gibi. Mesela bu ileri demokrasi projesi ne yapıyor Afganistan'da ve Irak'ta ve de Türkiye'de? Sadece Ergenekon yalanları mı, dikkat edin, NTV, etnik ayrımcılık noktasında bir numaralı görevi yapıyor. Israrla etnik tartışma yapıyor ama altta ne geçiyor Orlando Magic, Boston, Chicago Bulls geçiyor, sürekli geçiyor. Nihayetinde Iraklı çocuklara, Afganistanlı, Türkiyeli çocuklara söyleyecekleri şudur: siz bütün bu kültürel piyasada bu kolonize içinde yeni bir ırk olmak zorundasınız.. Bunun dünkü adı kriketti, bugünkü adı tenis. Şu sorum hiç de komik değil on beş yıllık yayın hayatınızda bu ülkenin milli bir sporunu değil bir dakika, bir kaç saniye dahi göstermemeniz neyin işareti, insan biraz hatıra der yad eder, o kadar sert bir hafızadan yerli milli olanı çıkartıp yok etme girişimi... Yani siz golf oynamak zorundasınız, kendinizi kurtarmak istiyorsanız NBA ligi, Oscar, golf. Bu bir ırk temizliğidir...

[Nihat Genç: Türk tarihinin en çılgın projesi Ergenekon'dur,
röportaj: Levent Orhan, yeniHarman Mayıs 2011]

1 Ekim 2013 Salı

Hun Han Halk


  Çin tahtına Mu geçmişti. Mu zamanında Çin sınırları Doğu Türkistan'a kadar uzanmış bulunuyordu: Cong Hunları Mu'nun büyümesini ve şevketini duyunca nezdine bir sefir göndererek vaziyeti daha esaslı bir surette öğrenmeye azmetmişlerdi. Mu, Hun sefirine şehri ve sarayı göstermiş, bundan sonra şu suali sormuştu: "Çinde bu kadar kanunlar, hayat şartları ve merasim olduğu halde yine karışıklık eksik olmamaktadır. Halbuki Hunlar arasında bunlar tamamıyla aksinedir. Bunun sebebi ne olabilir? Buna Hun sefiri şu sevabı vermişti: "Bütün kanunlar, hayat şartları ve merasim halkın gözünü boyamaya, rüesanın büyüklüğünü göstermeye ve bütün halkı ezmeye yaramaktadır. Böylece halk rüesadan umduğunu ve istediğini bulamayınca, bunun sonucunda memnun olmayanların yapacağı tek hareket hiç olmazsa ortalığı karıştırmaktır. Hunlara gelince: Onlar arasında hayat tamamıyla başkadır. Orada başbuğ herkese eşit ve insanca muamele eder ve daime tebasının menfaatini gözetmeye çalışır. Tabii bunun sonucu da rüesaya itimat ve hürmetten başka bir şey olamaz." Mu bu sözleri duyunca aklı başına gelmiş, bütün vezirleri bir araya toplayarak önce bu bilgili adamı kendi tarafına çekmeye karar vermiş, bunun için de bir hile yolu bulmuşlardı. Kral Mu, Cong kralına Çin müzisyenleri ve şarkıcıları göndermiş, bu suretle hükümdarın hayat tarzını değiştirmeye çalışmıştı. Çin müzisyenleri kralın son derece hoşuna gitmişti. Bir müddet sonra Hun sefiri vatanına dönünce bu hali görmüş, tabii tenkit etmiş, fakat hükümdar kendisine kızmış, o da Çinliler nezdine kaçmaya mecbur olmuştu. İşte bu hile sayesinde bu bilgili sefir elde edilmiş, bunun nasihatleri ile Cong'lar mağlup edilerek ellerinden 12 krallık zaptedilmişti.

[Türk Sözünün Aslı, Hüseyin Namık Orkun]


5 Haziran 2013 Çarşamba

Sayfa Bir ve "Çinggis"

Moğolların Gizli Tarihi (MGT)'nin ilk sayfası:
"Çinggis xahan'ın ceddi, yüksek Tanrının takdiriyle yaratılmış bir boz kurt idi, eşi beyaz bir dişi geyik idi. Onlar denizi geçerek geldiler. Onan nehrinin menbaı ile Burhan - xaldun (dağı) civarına yerleştiklerinde, Bataçihan adlı bir oğulları oldu."

"Çinggis" Ahmet Temir'in dipnotu:
Çinggis sözü henüz açıklanamamıştır. Vladimirtsov bu sözün, "şaman rahipleri arasında kullanılan ışık tanrısı adı olması muhtemeldir" diyor. Fakat bunun Çince'den gelmiş olması daha kuvvetli bir ihtimal dahilindedir. O zaman Çin'Le irtibat henüz kuvvetli olmamakla beraber, Çin dili bozkırlara nüfuz etmiş bulunuyordu. Eski Moğolca metinlerde bile ong (wang) "prens", taize "veliaht" gibi Çince'den  gelen bazı unvanlara veya başka sözlere rastlıyoruz. Meselâ, hükümdar kendisi de muhafızlarına hitap ederken çing setkilten "sadık düşünceliler" tabirini kullanıyor ki, buradaki çing Çince ch'eng "sadık, doğru" sözü ile aynı olabilir. Bu suretle Çinggis lakabı da Çince cheng "düz, doğru" sözünden - sonuna determinativ -s ekinin getirilmesi suretiyle - önce cinggis şeklinde teşekkül etmiş olabilir. Hakikaten bu Çince söz, murabba yazılarla yazılmış olan eski Moğolca metinlerde cing şeklinde de ifade olunmaktadır. Bu suretle cinggis veya çinggis "en doğru hükümdar" tabirinin, daha resmi bir unvan olmak üzere, sık sık rastlanan tus xan "meşru hükümdar" unvanı yerine kabul edildiği düşünülebilir. Metinde umumiyetle Çinggis - Xahan şeklinde rastlanan bu tabir için tercümede hep xan şekli kullanılmıştır.

[Moğolca'dan Türkçe'ye geçen sözlerde -s > -z olduğundan, bu sözün sonu Türkçe'de -z şeklinde girmiş ve muhtelif Türk lehçelerinde Çinggiz, Çınggız, Çinggiz, Çengiz veya Cengiz şekillerinde kullanılmaktadır. P. Pelliot, Ramstedt ve Kotwicz bunu, Türkçe ve Moğolca'da müşterek olarak kullanılan tengiz, tinggiz, dinggiz, deniz, tenggis yardımı ile açıklamışlardır. (...)

Moğol rivayetlerine göre Temucin doğarken, bir kuş gelip cinggis, cinggis sözlerine benzer sesler çıkararak ötmüş, işte bundan dolayı Temucin'e Çinggis unvanı verilmiştir. Buna ve Çinggis unvanının Tibetçe şekli olan Cinggir sözüne dayanarak Kozin, Kalmık destanı kahramanının adı olan Cangar sözünü de menşe bakımından Çinggis ile birleştirmektedir.]

*tenggis; Türkçe deniz, dingiz (Kazan.). Bu söz Moğolca'da "iç deniz, göl, Baykal gölü"  anlamlarında da kullanılmaktadır.

Ve;
Tanrı: MGT "Tenggeri". Haenisch ve Kozin bunu "sema" diye tercüme ediyorlar. Bu söz Türkçe tanrı ile aynı olup, "Allah" manasında da kullanıldığı için, yukarıdaki gibi naklettik. Bak: Moğ. tengri; Uygur. tengri; Yakut. tangara. Ramstedt bunu < Sinokor. t'ien-ri şeklinde izah etmektedir.
Boz Kurt: MGT "Borte Çino". Haenisch bu tabiri harfiyen tercüme ettiği halde, Kozin özel bir ad telakki ediyor ve Borte-Çino şeklinde yazarak tercüme etmeden geçiyor.
Dişi Geyik: MGT "Xo'ai Maral" tabirini de Haenisch'e göre tercüme ettik. Kozin bunu da şahıs adı olarak alıyor ve tercüme etmeden Goa-maral şeklinde naklediyor. 

Not. Moğolca sözcüklerde ' işareti gayın (g) manasında.

Moğolistan'da Cengiz grafitisi

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Aklıma Gelenler 2: Türk Müslümanlardaki "Şâmânlık" Kompleksi

Möngke Tengri-yin Küçü-dür (Eğer böyle bir şey mümkünse)

Kişioğlunda bi huy var ki, güçlenmek istiyorsa illâ ki bir düşman buluyor; yoksa yaratıyor, varsa, baştan var ediyor. Ona bok attıkça daha da şahlanıyor. Osmanlı'da da bol bol vardı; 20. yüzyılda da sayısız gördük tüm bu gelenekden gelen 21. yüzyıl "İslam-Türk"çülerinde de (Türk-İslamcılarda da görüyoruz; ama onlar genelde pek bilmiyor yahut ilgilenmiyor, bunlar "İslam-Türk" şeysileri).

Yavuz Bahadıroğlu'nun bi' romanında, sanırım Malazgirt savaşındaki (yahut o civarlardaki bi savaşda)Tengrici Peçeneklerle Selçukluların arasında geçen bir diyalog vardı. Müslüman Türk ordusu, karşısındaki düşman Gayrımüslim Türk güçlerine onların pis şamanlarının kirli sözlerine ve oyunlarına gelmeyeceklerinden falan dem vuruyordu. Tarihte Müslüman olmuş Türklerin diğer boylara "kâfir" diyerek düşman görmesi vardır elbet de, benim zannımca yukarıdaki görüş o tarihdeki komutandan ziyade Yavuz Bahadıroğlu'nun görüşü. Bu bir konu. Asıl denk düşdüğüm "düşman yaratım" meselesi şu:

Bi' şey uydurmuşlar. Neymiş, şeymiş: Eski Türklerin inancı aslında Tengricilikmiş (tamam), şamanlık değilmiş (efendim?, "değillik" derken ne anlamda değilmiş?); çün' şamanlık çok tanrı bi dinmiş (neymiş?). Türkler hep tek tanrıya tapmış. Aradaki kopuşlar olmuş işte şâmânlık gibi pektanrılı dinler ile. Türkler şâmân değilmiş, çün "Dünyaya hükmeden bir millet şâmâncı olamaz"mış.

Evvelâ; sözümü tıñlasınlar deye bi sarık takacağım ve şunun "şaaaamaaan" değil de "şaman" diye okunacağı bir anlatacağım.
Şamanlık (Şamanizm), çoktanrılıymış, Tengricilik tektanrılıymış. Efendim, gayet apayrı birşeymiş gibi aparıp apayırıyorlar. Tengri inancı, hem çoktanrılıdır, hem de tektanrılıdır. Bir Tengri vardır, ve güçler vardır. Bu güçler İslam'daki melekler gibidir yahut evliyaullah gibidir. Kimi zaman iradeleri İslam'ın meleklerinden daha genişdir, bazen değildir. İslam'da da Ademin yaratılmasından önce meleklerin itirazı, yahut sorusu var. Bu da yüzde yüz itaatin dışına çıkan bir durumdur, değil midir? Benim anladığım şamanlık / kamlık ise bir inanç sisteminden ziyade bir doğayla, doğa güçleriyle (sahipleriyle / iyeleriyle) kontak, muhabbet halidir, yol bilme halidir, ve şifa verme halidir, bir pratiktir. Tengri, olandır; kamlık olan ile bir muhabbet halidir. Bir sufi şeyhi yahut dervişi gibi toplumdan bir anlamda uzakdır, ona uyum sağlayamaz; ve bir muhabbeti vardır. Hem de karnını doyuracağı en birincil becerisi şâfiliği, şifacılığıdır.

Konu budur; muzdarip olduğum konuyu en başta dedim. "Şamanlık çok tanrılıdır, biz müslümanız şamanlığı sevmeyiz; tengri tekmiş, negzel müslüman gibi". Böyle saçma sapan bir ayrıma giden zevat, muhtemelen şaman'ın bir kişiye verilen bir sıfat olduğundan da bihaberler. Ayrıma gitmelerinin nedenlerini buldum mu bilmem de düşündüm. Düşünmedim değil:

Geçmişlerine bok atmak istiyorlar. "İslam" olmayan kişiler olan Türk atalarına bok atmak istiyorlar. Çün çoğusunun içden içe "diğer" olan "aşağı" gayrı-müslimlere bok atma istenci var. Alenen belki hiç yok, ama içden içe bi yerden patlayıveriyorlar bazen. "Eski Türkler müslüman değildi, ordan bi bok atmak lazım" içsesinin çaresizliği.
Kimse Türk ya da Arap olmak zorunda değil diye farz bellediğimiz klişelerimizi damga yememek adına buraya yerleştirdikden sonra; bazısı aslen gayrı Türk olduğundan, zaten bir yerden Türk'e bok atmak isteği duyan da vardır. Bazısı da kendini her daim üstün gören ve her daim şereflenecek bir özelliğini arayan, kendini islamla şereflenmiş sayan Türkler olduğundan; şereflendiğinin öncesinde bir şerefsizlik arar ve yine Türk'e bok atar. Osmanlı islam olduğundan mı yoksa göt olduğundan mı Türk'e Yörük'e zulmederdi, düşününüz.

Aynı zamanda, kendinden olan ataya da bok atmak istemiyorlar. Çün yine bir "şereflenme" isteği, hep bir yukarıda olma refleksi. "Olamaz" refleksi. "Benim atalarım çok tanrılı olamaz!". Olsa ne olur? Çün' kafalarında hep bir asabiyet, yani "kan bağı". Derler ki İslam Araplar arasında kan bağını reddedip buna karşı olmuş ve bunu yıkmıştır. Selman-ı Farisi için de "O benim ehl-i beytimdendir" hadisi de bu kan bağının reddine de delaletdir, derler. Fekat hal böyleyken "anne tarafından Mevlana Celaleddin-i Rumi, babanne tarafında Babaziz'e dayanır soyumuz" diyen kişioğulları kol geziyor. Ne ikircikdir? Bunun gibidir, camiada ikilik vardır. Çoğu zaman tevazuları, kendi yalanları ve aslında kibirlikleri de olur, fakat bunlar örnek olarak kalsın, ilerde belki başlık olur.

Fekat işbu ikircik hali hazırda konumuzdur. Hem Türk'e bok atıp kendi şuanki varlığını kuvvetlendiren zevat, aynı zamanda yine aslında aslının asla kötü olamayacağı kibirine düşüp, içden içeee içden içeee, olmayacak şekilde eski güzel inanc hakkında saçmasapanlık türetmişler; "Ya işte aslında kafirler : @! Ya işte ama aslında müslümanlar ;)" kafasına girip, kendi komplekslerini ve feysbuklarını döşeyip, bazısı hatta karıya kıza karizmatik görünme derdindeler.

Dergaha gider; zikr, def, post, selam, vahdet, eşyaya saygı nerden gelmiş bilmez, görür de anlamaz. Niye mi? Öküzdür çünkü.

14 Mayıs 2013 Salı

Cengiz'in Dedesi

Cengiz Törekuloviç (Törekul-oğlu) Aytmatov (Aytmat-oğlu)

"...O dönemde küçük Cengiz beş yaşlarındadır. Bu arada bize kendi atalarını tanıtır. Babası Törekul, dedesi Aytmat, yani Bayrammehmet'tir. Büyük dedesi olan Koncucok'un adı "ayakkabısının koncu yok" anlamındadır. Türkiye'de ayakkabının koncu olmaz, ama çorabın olur. Bu söylemde ise, dedesi çizme değil de çarık giydiği için, "Koncucok" diye bilinirmiş. Kültürde görülen kendini kabul etme halini bu takdimde görmek mümkündür. Biz atalarımızı yüceltmeye çalışırız, "yalın ayak başı kabak yürüyenler" bizim atalarımız olmaz, onlar hep başkalarıdır. Biz ya kendimize toz konduramayız ya da çok acı eleştiririz ama kendini kabul etme haline yabancıyız."

İsenbike Togan, NTV Tarih (Mayıs)

3 Mayıs 2013 Cuma

Cengiz Han'ın Şeceresi

Çinggis an'ın Öncelleri
Bozkurt ile beyaz dişi geyikten doğan Bataçihan / Tamaça / Horiçar-mergan / A'ucan-boro'ul / Sali-ḫaça'u / Yeke-nidun / Semsoçi / Ḫarçu / Borcigidai-mergan / Toroḫolcin-baiyan / Dobun-mergan / Onun eşi Alan-ḫo'a'dan tabiatüstü bir hadise neticesinde doğan Bodonçar / Ḫabiçi / Menen-tudun / Ḫaçi-küluk / Ḫaidu / Baişingḫor-dohşin / Tumbinai-seçen / Ḫabul-ḫan / Bartan-ba'atur / Yesugai-ba'atur / Temucin (Çinggis-ḫan).

Çinggis Ḫan'ın Ardılları 
a) Coçi (ölümü 1227) > Batu (ölümü 1256 / Kipçaḫ hükümdarı)
b) Ça'adai (ölümü 1241) > Buri
c) Ogodai (ölümü 1241) > Guyuk (ölümü 1248)
d) Tolui (ölümü 1231) > Mungge (ölümü 1259)


Moğolların Gizli Tarihi, Çeviren: Ahmet Temir, Türk Tarih Kurumu

10 Nisan 2013 Çarşamba

Bişiyler 1

Otoyomegatari Manga [Türkî Manga!]
http://www.mangareader.net/1113-40874-1/otoyomegatari/chapter-1.html

Batı Moğolistan Kazakları [Fotoğraf]
http://bonniefolkins-photography.net/kazakh/index.html

Macar Modası
http://www.ekoni.hu/

Jean Giraud [Moebius]
http://butdoesitfloat.com/filter/moebius

Ayyam Gallery [Arab & Iranian Artists]
http://www.ayyamgallery.com/

Buhara Carpets
http://www.bukhara-carpets.com/

Ressam Hasan Kıran
http://www.hasankiran.com/

Bertolt Brecht
http://brechtbertolt.blogspot.com/

Hasan Kıran'dan Şaman

9 Nisan 2013 Salı

Hâce Muînuddîn Çiştî'nin Tasavvuf Felsefesi

İrtihâlinden bir ay önce dostlarına dağıttığı son risalesinde Hz. Hâce Muînuddîn Çiştî (r.a), tasavvuf felsefesini şu şekilde özetlemiştir:
"Her şeyi sevin ve hiçbir şeyden nefret etmeyin.
Barış hakkında sadece konuşmuş olmak, size hiçbir fayda sağlamaz.
Allah ve din hakkında sadece konuşmuş olmak sizi ilerletmez.
Varoluşunun bütün gizli güçlerini ortaya koy ve ölümsüz kişiliğinin dopdolu ihtişâmını gözler önüne ser.
Huzur ve neş'e yüklen
Ve her nerede isen veya her nereye gidersen onları dağıt.
Hakikat'ın parlayan bir ateşi ol
Aşkın da güzel bir çiçeği.
Ve huzurun hakîkî bir merhemi ol. Rûhunun nûru ile cehâlet karanlığını dağıt; uyumsuzluk ve çatışma bulutlarını uzaklaştır ve insanlar arasında barış, hüsn-ü niyet ve uyumu yay.
Allah'tan başka hiç kimseden yardım, sadaka veya lütuf isteme.
Kralların malikânelerine asla gitme; fakat şayet sana gelirlerse ihtiyaç sahiplerine, fakirlere, dullara ve öksüz/yetimlere merhamet ve yardımını esirgeme. İşte senin vazifen; insanlara yardım etmek...
Vazifeni bilerek ve hiçbir karşılık beklemeksizin yerine getir ki;  senin Pîr u Mürşid'in olarak ben, Kıyâmet Gününde Allah-ü Teâlâ'nın silsiledeki aziz öncülerimizin önünde mahcûb olmayayım."

Sûfî Tıbbı, Muînüddîn Çiştî, İnsan Yayınları 


6 Nisan 2013 Cumartesi

Türk Kimdir? (NTV Tarih'den Notlar)

  • Gerek daha batıda gerekse daha eski tarihlerde yaşamış topluluk veya kavimleri (Hunlar, Sakalar, Masagitler) "Türk" sayan tarihçiler olduğu gibi, bunları, bunları "ön Türk" olarak adlandıranlar veya Türk saymayanlar da bulunmaktadır.
  • Köktürk yazıtlarda geçen "Türk" kavramının etnik değil siyasi bir kimlik olarak ortaya çıktığı, zengin ve debi bir dil geliştirildiği, "atalar kültü" dediğimiz eski gelenekleri de koruyan bir devamlılığın sürdürüldüğü görülür. Taşlara işlenen bu mesajlar, Türk kimliği üzerine ilk somut ipuçlarıdır.
  • Kadim Türkler çoğunlukla, boylardan meydana gelen çok merkezli siyasi yapılar içinde yaşıyor, geçinmek için büyük oranda kırsal alanda göçebeliğe, pazarlarda elden çıkarmak zorunda oldukları artık ürünlere ihtiyaç duyuyorlardı. Bu ticari süreç bazı toplum üyelerinin yerleşik hayata geçmelerini sağladı. Bugün olduğu gibi geçmişte de Uygurlar ve Kazan Tatarları tüccar ve öğretmen olarak isim edinen Türklerdi.
  • Türkler, yeni siyasi düzenler, yeni isimler edindiler. Eski boy ve aşiret isimleri, yeni kurulan siyasi gruplaşmaların daha küçük parçaları haline geldi. Kazaklarda ve Özbeklerde Antik ve Orta Çağ'a ait boy isimlerine rastlamamızın sebebi budur. Ancak göçlere ve fetihlere katılmamış Türk halkları da vardır. Rusya Federal Cumhuriyeti'ndeki Başkurdistan Başkurtları bunlardandır. Onlar ve Kırgızlar, aynı zamanda bin yıldan uzun süre boyunca isimlerini koruyan ender halklardandır.
  • İsveçli Türkolog Lars Johanson, "Turcia" terimini Türkçe konuşan halklar tarafından yurt edinilmiş tüm bölgeleri birleştirmek amacıyla kullanmaktadır. Johanson, Turcia'nın bir devlet, ülke veya daha da büyük bir kara kütlesi olmadığını söyler. Kelimeyi Bosna'dan Çin Seddi'ne ve Orta iran'dan Kuzey Denizi'ne kadar uzanan bir dil bölgesi olarak tanımlar.
  • Çin kaynaklarına göre ilk Türkler MÖ 200 ile MS 200 arasında bozkırlarda hüküm süren Xiongnu (Hun) soyundan gelmekteydi. Bu yüzden De Guignes ve başka Fransız tarihçiler, 18. yüzyılda Türklerin, Tatarların ve Moğolların tarihini bu başlangıca dayandırmışlardı.
  • (11. yüzyıldaki yeni) Devletin kurulmasından önce Oğuzlar, bugün Özbekistan ve Kazakistan'da Seyhun'un kuzey yakasında yaşıyorlardı.
  • Kaynaklardaki birer cümlelik notlardan, örneğin "Alp Arslan'ın saltanatı dokuz yıl dokuz gün oldu. Çünki padişahlığa oturdu, Peygamber Hicreti'nin dörtyüz elli yedisinde Irak'a gelüp andan Şam'a gitdi. Tâ Malazcird'e degin feth-i azîm edüp yine geldi" (Kitâb-ı Tevarih-i Muhtasar, H. 979, s. 84/b) gibi açıklamalardan, "Türkler Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'yu yurt edindiler" yargısı çıkartılabilir mi?
  • Anadolu Selçuklu sultanlarının İran ve Arap dil ve kültürlerine yakınlıklarına, adlarını, Şehnâme'deki efsanevi Pers-Sasani şahlarından almalarına, fermanlarının Farsça yazılmasına, divanlarında Farsça konuşulmasına karşılık, Anadolu toplulukları arasında çoğunluğu oluşturan Oğuz boylarının Türkçe lehçeleri, bölge bölge yaygın ve ortak dil olmuştur.
  • Türklerin Osmanlı bayrağı altında, Anadolu'yu sonra Rumeli'ni, Doğu Avrupa'yı, Arap dünyasını, kuzey Afrika'yı fethettikleri ne kadar doğru ise fethedilen toprakların sınırlarda tutulması için Tımar askeri Türklerin cephelere sevki, Kapıkulu giderleri için vergi yükünün ekip biçen Türk rençberine yüklenmesi, bu yüzden ayaklananların da kırımdan geçirilmesi tarihimizin gerçekleridir.
  • 1. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlılık hala baskın bir kimlik olmasına rağmen, özellikle Mehmet Fuat'ın (Köprülü) "Osmanlı Devleti'ni kuran sünni Türklerdir" diye özetlenebilecek yaklaşımı, çok sonraları "Türk İslam sentezi" şeklinde adlandırılacak olan yeni bir kimliğin habercisi oldu.
  • 1928'de Yusuf Akçura'nın Türk Yılı adı altında her yıl yayınlanacak ve tüm Türk dünyasındaki gelişmeleri aktaracak bir almanak önerisi, Mustafa Kemal tarafından olumlu karşılanmadı.
  • Türk sağının Türk kimliği tanımında mutlaka sünnilik bulunagelmiştir. Bu da tarih sürecinde ilginç bir durum çıkarmış: sünni Osmanlı bugün "Türk", Osmanlıların "Türk" dedikleri ise Alevi, Caferi olmuştur.
Göçebe bir Türk ailesinin resmedildiği 14. yüzyıl tarihli eser, Mehmed Siyah Kalem'e atfedilir.
  • 9. yüzyıla kadar Türkler hakkında bugün elimizde olan önemli bilgilerin bir kısmı Çin kaynaklarından sağlansa da, bu eserlerin de sorunlu yönleri bulunuyor. Kimi mekan ve kişi adlarında karışıklıklar, bazı tarihlemelerdeki yanlışlıklar bunlardandır. Ayrıca bazen bizde Çin kaynaklarının olaylar karşısında tarafsızlığını yitirdiği izlenimi uyansa da, onların bu kayıtları kendi siyasetlerine yön vermek için tutmuş olduklarını gözardı etmemek gerekir.
  • "Türklere gelince, onlar Yafes'in neslinden gelirler ve birçok kollara ayrılırlar. Bir kısmı şehirlerde ve kalelerde, bir kısmı dağlarda ve kırlarda çadırlar içinde otururlar. Kır ve çöl hayatı yaşayanlar sadece avcılıkla uğraşırlar. Avlanamayan, hayvanın damarını kesip kanını içer, etini kebab yapıp yer. Türkler akbaba, karga vesaire yırtıcı hayvanların etlerini yerler. Kendilerine has dinleri yoktur. Kimi Mecusi, kimi Yahudidir... En büyük hükümdarlarına hakan denir. Onun tacı, tahtı ve kemeri altındadır. Türkler ipek elbiseler giyerler. Rivayete göre onların hakanı halka pek görünmezmiş, göründüğü takdirde onun önünde kimse duramazmış. Türkler sihir, şiddet ve intikam sahibidirler..." (Mesudi, Acaibü'd-Dünya)
  • Antonie de Saint-Exupéry'nin kült eseri Küçük Prens'te (1943), Türk imajının Osmanlı Devleti'nden Cumhuriyet Türkiyesi'ne geçişte yaşadığı değişiklik gözlenir. Kitapta Küçük Prens'in yaşadığı B 612 göktaşının 1909'da bir Türk astronom tarafından keşfedildiği, bilimcinin bu buluşunu uluslararası kongrede dile getirdiği, ancak kılık kıyafeti nedeniyle ciddiye alınmadığı anlatılır ("Büyükler böyledir"). Sonrasında bir Türk diktatör, ülkesinde Avrupaî tarzda giyinilmesini şart koşar, buna uymamanın cezası ölümdür. Bilimci 1920'de tekrar, ama bu defa yeni kıyafetlerle sunumunu yapar ve artık herkes ona inanır.
  • (Orta Asya'dan Anadolu'ya) Gelenler yerleşirken yalnız evlerini döşemekle kalmadılar; coğrafyayı da anayurttan aşina oldukları Göksular, Karadağlar gibi isimlerle döşediler. Karadağlar gibi isimlerle döşediler. Karadağlar olduğu gibi Karasular da vardır. Buradaki "Kara" sözcüğü Orta Asya'da eskiden beri hem su için "berrak", hem de dağ için "karanlık" anlamında kullanılıyordu. Buradaki karanlık da güneş almayan yani kuzey tarafı ifade eder. Orta Anadolu'da dağın karanlık tarafına ise ayrıca "dağın kuzu" denilir ki, bildiğimiz kuzey sözcüğü oradan gelir... Bilindiği gibi güney sözcüğü de güneş anlamındaki "gün" sözcüğünden gelir. [İsenbike Togan]
  • Nasreddin Hoca da böyle batıdan doğuya doğru yolculuk yapmış, ta Çin'in içlerinde efendi sözcüğünden bozma "Apandi" adıyla tanınmıştır... [İsenbike Togan]
  • Türk dil malzemesine ve Türklerin tarihine genel olarak bakınca görülen bir özellik de dildeki esnekliktir. Birbirine bitişik eklerden meydana gelen bu dilde anlam, kelimelerin, sözlerin bütünlüğünden değil, hangi eklerin yani parçaların nasıl sıralandıklarıyla değişmektedir. Onun için de düşünce şeklinde birimlerin değişmezliği ve bütünlüğü ilkesi yerine, birimlerin değişirliği, yani her sözün bir kök ve eklerden oluşması, eklerle oynadıkça anlamın değişmesidir. Kısacası değişim ve esneklik, dilin morfolojisindeki en belirgin özelliklerdir.
  • 11. - 13. Selçuklu yüzyıllarında Türk çoğunluğu ve diğer topluluklar yad ve yaban sayılıp horlanmış, Mevlâna ve daha onlarca düşünür şair ve yazar da yapıtlarını Farsça ve Arapça yazarken, yeri düştükçe Türkleri, Moğolları, Kürtleri aşağılamış alaya almışlardı. Osmanlı Beyliği'nin kurulduğu yıllarda Anadolu Türkçesiyle edebi eserlerin de birer ikişer boy vermesi belki bir raslantı; fakat daha inandırıcı olarak Orta ve Batı Anadolu'da kurulan Türkmen beyliklerinin varlığına, Türkleri ve Türkçeyi sevmeyen Farsça yazan Selçuklu aydınlarının sahneden çekilmelerine bağlanabilir. Anadolu Türkçesiyle yazan Türk aydınlarının öncüsü Gülşehrî, yapıtı da 1317 tarihli -adı ve ara başlıkları Farsça- bütün dizeleri Türkçe Mantıkü't-Tayr (Kuş Dili)'dir. Âşık Paşa'nın 1330'da yazdığı Garib-nâme, Yunus Emre'nin Divan'ı da çağdaş yapıtlardır. Osmanlıların Türk kimliğini kendilerine yakıştırmamalarına karşın, yeni Türkiye'ye bıraktıkları en yaşamsal kültür mirası Türk dili ve binlerce Türkçe yapıttır. [İsenbike Togan, Necdet Sakaoğlu]

NTV Tarih, Ocak 2013, "Türk Kimdir?", sf. 26-40

4 Nisan 2013 Perşembe

Kaygal-ool Hovalıg, Kayseri'de


Ansiklopedilerde Dombra

  • Kazak Türkleri'nin kullandıkları iki telli çalgı. Boyu 120 -130 cm, gövdesi üç köşeli veya yarı oval, sapı uzundur. İki çeşidi vardır: Batı Kazakistan'da kullanılan dombra ince uzun saplı, Doğu Kazakistan'daki ise kısa saplıdır. (Meydan Larousse - Büyük Lügat ve Ansiklopedi, 3. Cilt)

  • Kazak Türkleri arasında kullanılan bir çalgı. Gövdesi daha çok üç köşe veya yarı oval olup, uzun bir sapı vardır. Dombranın uzunluğu 1200-1300 mm'dir. İki telli bir çalgı olan dombranın iki çeşidi vardır. Batı Kazakistan'da kullanılan dombranın sapı ince uzundur. Doğu Kazakistan dombrasının sapı kısadır. Dombra Kazak halk şairleri(akın)nin en önemli çalgısıdır. (Türk Ansiklopedisi - M.E.B., 8. Cilt)

  • Görnüvşi dutara meñzeş, el bilen kakılıp çalınyan iki kişirli gazak halk saz guralı. Dombra SSSR'iñ başka käbir halklarında hem düş gelyär. Ol türkmen dutarı yalı ağaçdan köblüp yasalyar. Onuñ  perdeli yazın sapı hem-de hayvan içegesinden edilen iki kirşi bolyar. Dombra'nıñ kirşi kvarta düzülyär, emma yerine yetiriciniñ islegi boyunça ol düzülişi üytgetmek hem bolyar. Dombra yekelikde ve aydımçınıñ yanında çalınyar. (Türkmen - Sovyet Entsiklopediyası, 3. Cilt)

  • Gazah simli müzigi aläti. Armuda-bänzär agac gövdäsi (1200-1300 mm) iki simi var. Säsi ince zäyfdir. Sag älin barmagları ile säsländirilir. 1934 ildä täkmilläşdirilmiş, pikkolo- prima, tenor, bas ve s. növläri yaradılmışdır. Özbekistan'da dumbıra, bımbrak, Başgırdıstanda dumbıra adı ile yayılmışdır. (Azerbaycan - Sovyet Ensiklopediyası, 3. Cilt)

  • (Dombra: see Balalaika) > Balalaika, Russian stringed instrument of the lute family. It developed in the 18th Centrury from the dombra, or domra, a round bodied, long necked, three-stringed lute played in Russia and Central Asia. (Encyclopaedia Britannica, 1. cilt)

Kopuz'un Gücü ve Yakarış Örnekleri

Müzik, yalnızca zevk, neş'e, aşk, hüzün ve eğlence katkısı değildir: Devlet, millet birliğini oluşturan; savaşta orduya duygu veren, yürüyüş ve hareketini düzenleyen de ses ve ritmdir. ... Müzik ve kopuz veya saz, tedavi eden, ruhları dinlendiren, iradelere güç etkisi veren, aynı zamanda toplulukta birlik yaratan sosyal aletlerdi.
... Kopuz, yalnızca tedavi ve kötü ruhları kovmada kullanılan bir ses aleti değildir:

  1. Velilik ve ululuk sembolü idi. Dede Korkut'ta görüldüğü gibi.
  2. "Gazi erenlerin başına ne geldiğini" (Dede Korkut) söyleyen bir semboldü.
  3. "Ulularla haberleşme", medet ve yardım isteme sesiydi.
  4. "Kopuzla öğülen yiğitlere güç veren", boğalar ile buğralar yenmelerine imkan veren ilahi bir sesti (Kanturalı).
  5. Topluluğa haber veren, halkı uyaran kutlu ses de kopuzun kutlu sesidir. Beyrek'in yurduna dönüşünde atını verip bir kopuz alması gibi.
  6. "İyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu ses" de kopuzun sesidir.

Kopuzlu Dev Çara-baş'a kopuz ile yakarışlar:
  • "Kopuzunu kaldırıp (köterip) Kâf dağından gelsen ya, (ey) Çara-baş! Doksan koyunun derisinden, donu çıkmayan Çara-baş! Seksen koyunun derisinden derisinden bir börkü çıkmayan Çara-baş! Katı ve ağır bir iş oldu... Kopuzuma koşulmadın (eşlik etmedin)...
  • Şikâyet: "Çamdan yapılmış bir kopuzumu aldım! Su yılanı gibi dolaştım!... Bu kopuzum kırılmadı! Garip başım rahat duramadı!... İstemediğim işi yaptım!..."
Kopuzcuların "dev pîri", Er Korkut:
  • "Su (Sirderya) ayağında Er Korkut (mezarı)! Felaketleri sen korkut! Baksıların piri sen değil miydin? Göz kulak ol, (gözünü sal)! Elimden tut (kolum tut)! Sizden meder diliyorum!"
  • "Sen baksıların piri değil misin? Baksı baba, beni sen kolla! Ben sana dar yolda sığındım! Ben sığındım sizlere! Medet verin bizlere!..."
Kopuzuna esir düşmüş ozan:
  • "Katı hükümlü (kıyın) bir iş oldu! Kopuzuma koşulmadın!"
  • "Karagay ağacından yapılmış kopuzumu koluma aldım, bir su gibi dolandım! Bu kopuzum (bir türlü) kırılmadı! Garip canım dinmedi! Bu ruh, (kopuz veya ozanlık ruhu), on beş yaşımda bana yapıştı!  Yirmi yaşımda benimle buluştu (veya kaynaştı, tabıştı)! Beni gönülden istemediğim bir iş bağladı! Beni içi boş (kov) bir ağaca döndürdü!..."
  • "Devlerin eline boynumu verdin! Gönlümün istemediği (işe) gönderdin! Beni bu boş (kov) ağaca (yani kobuza) bağladın!..."
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, 9.Cilt

2pac's Greatest Hits


Disk 1:
Keep Ya Head Up - 2 of Amerikaz Most Wanted - Temptations - God Bless The Dead - Hail Mary - Me Against The World - How Do U Want It - So Many Tears - Undonditional Love - Trapped - Life Goes On - Hit Em Up

Disk 2:
Troublesome 96' - Brenda's Got A Baby - I Ain't Mad At Cha - I Get Around - Changes - California Love - Picture Me Rollin' - How Long Will They Mourn Me - Toss It Up - Dear Mama - All About U - To Live & Die In L.A. - Heartz Of Men

30 Mart 2013 Cumartesi

Kopuzların İcadı

Kazak-Kırgızlar'ın inanışlarına göre, Korkut Ata en büyük velilerden sayılır. Kazakların kopuz ve tanbure, dombra gibi sazlarını icad eden de yine Korkut Ata idi.
Korkut Bahşı denmesi de onun "kopuzlu ve sazlı aşıkların piri ve en büyüğü olarak" kabul edilmesinden ileri geliyordu. Bunun için kopuzlu sazlı aşıkların piri ve en büyüğü olarak" kabul edilmesinden ileri geliyordu. Bunun için kopuzlu Kazak Kırgız bahşıları kopuzlarıyla ruhları çağırırken "Su ayağı Er Korkut! Felâketi sen korkut! Benim dev pirim, buraya sür!" derler.

Kırgız komuzunun icadı efsanesi: "Atlar ile at sürülerinin bir koruyucusu" olduğuna inanılan Kamber Ata, bir eşek bağırsağını germiş ve bu bağırsağı parmağı ile veya bir mızrapla çırpmış, bir çalgı çalıyormuş gibi yapmış, böylece Komuz icad edilmiştir (Belyayev).
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, 9. Cilt

29 Mart 2013 Cuma

Tengri'den Tengrilere (Roux)

Bir isimle birlikte kullanıldığında tengri kelimesinin nasıl çevrilmesi gerektiğini bilmek hemen hemen olanaksızdır; bu kullanımın aslında "ilahi" ve "göksel" olarak yorumlanan tengrilik'e eşdeğer olmaması gerekir ve kelime öne veya arkaya konduğunda aynı anlamı taşımamaktadır. Kaşgarlı der ki, çok büyük bir ağaç gibi, göze büyük görünen her şeyi belirlemeye yaramaktadır. Bu yargıyı kanıtlayan çok sayıda örnek vardır. Bozkırlardaki büyük bir ağaca o kadar saydı gösterilirdi ki, onun karşısında diz çökülür ve kendisine saygı sunulurdu. Ayrıca adbilimsel verileri Tengri Tag, Çince çevirisiyle Ti'en şan; Tengri Nor veya tengri kağan ile Çakul yazıtındaki tengri elim gibi uluslarası düzeyde oldukça tanınmış isimlerle bu görüşü kanıtlamaktadır. Hem Çince değişkesi hem dilbilgisi kuralları bu deyimleri "göksel dağ", "göksel göl", "göksel hükümdar", "benim göksel ülkem" ve ya "ilahi dağ", "ilahi göl" vs şeklinde çevirme yetkisini bana verdiği kanısındayım. Tengri devrikleştirildiğinde bunun aksi olmaktadır ve en azından öd ve yol'da böyledir.

Öd tengri deyiminin içinde olduğu cümle, ilk önce: "Gök zamana hâkimdir" şeklinde çevrilmiştir. Gerçekte Matmazel von Gabain'in ortaya koyduğu gibi bir "zaman tanrısı" söz konusudur. Bu kavrama Kaşgarlı'da ve Kutadgu Bilig'de, ata binen ve aynı zamanda hareket eden kişileştirilmiş zaman olan Ödlek ismiyle tekrar rastlanmaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki yorumu düzelterek şöyle çevirmek gerekir: "Zaman tanrısı emreder, bütün insanoğulları fani doğar"; nitekim Kaşgarlı, bu cümleyi hemen hemen aynı şekilde ve aşağıdaki gibi ele almaktadır: "Zaman (öd) insan farkında olmadan geçmektedir; insanlar sonsuza kadar yaşamazlar". Elimizde bulunan çok sayıdaki kanıta dayanarak diyebiliyoruz ki, Tanrı doğrudan insanın kaderine hükmetmektedir. "Yıldırım tanrısı" zaman tanrısı gibi hem özerktir, hem de Tengri'nin bir parçasıdır.

Irk Bitig'de aynı şey çok muammalı bir şekilde aşağıdaki tanrılar için de söz konusudur: "Sazlar arasında oturan tanrı (veya ayağa kalkan tanrı)" ve "yol tengri'si" veya "barışı yapan, kırılan şeyi tamir eden", genelde Göğün bir bağışı olan yaşam gücünü (kut) dağıtan bir "şans tanrısı" vardır. Bu sonuncusu herhalde, Buryatlarda rastladığımız "iyi şans veren tanrı"yı öğrenmeden önce hakkında bir şey bilmediğimiz, "talihin siyah tengri"si veya daha doğrusu bir "kötü kader tanrısının" aynısıdır. Yol kelimesi hem "yol" ve "şans" hem de kader" anlamına gelmektedir (son anlamı kader Moğolca col'a karşılık gelmektedir). Bu, dünyanın yollarına ait bir tanrısallıksa son derece kuşkuludur. Belki de Hoytu Tamir'de yolcuları dağların ülkelerine doğru götürmesi istenilen "hayat ve kaderin yirmi iki soylu kişisi" veya "soylu bilge kişiler, küçük soylu kişi babalar" ve ayrıca bir tengri iduk, bir "tanrısal iduk", yani "bizim yolumuzu kaybettirme" diye kendisine yakarılan göksel veya ilahi bir hâkim-tin'e gönderme yapıyorlardır. Bu eski tanrısallığın anısına, ilk Türk İslam metinlerinde olduğu gibi, Dede Korkut Kitabı'nda aşağıda ifade edildiği şekilde tekrar rastlanmaktadır: "Tanrı bana yolu vermiştir" (yol); aynı şey kesin olarak çağdaş inançlarda da tekrar görülmektedir.

Görüldüğü gibi, tektanrılılıkla bir arada bulunan bir tür çok tanrılılık söz konusudur. Bunlar yalnızca aynı gerçeğin iki ayrı yönünü yansıtmaktadır. Bir süre sonra hem özerk hem de tek bir Tanrı'ya bağlı başka tanrılara da rastlayacağız; bunların bazıları Gökten ayrılmış, bazıları ona ilişkin, ama tamamıyla aynı Tanrı'ya bağlı ayrı ayrı varlıklar halinde görülmektedir. Seyyahlar bazen bunlardan söz etmekte ve varlıklarına, özellikle oniki tanrıları olan Başkirlerde işaret edilmektedir. İlerde göreceğimiz gibi Tengri, eylemlerinde tam anlamıyla özerk olabileceği gibi, çoğu kez başka tanrılarla birlikte hareket ettiğini gözlemlemekteyiz. Bu beraberliği önce onu yalnız olarak gözlemledikten sonra, ikili bazen üçlü veya daha uzun bir tanrı dizisi arasında saptamaktayız. Ancak hiçbir zaman, bu tür bir çoktanrılılık ne tektanrılılığı ne de Göğün üstünlüğünü unutturmamaktadır. Rahatlıkla sanıyorum ki, Göğe başka güçlerin eklenmesi, zaten var olanın, yani Göğün temeldeki birliğinin üzerine ısrar etmekle eş anlamdadır.

Melek veya demon sınıfına indirgemeye çalışarak birkaç tanrının varlığından söz ettikleri zaman bile çoğu yabancı gözlemcilerin gördüğü şey salt tektanrıcılıktır. Bir Gürcü tarihi bu konuyu şöyle özetlemektedir: "Bunların dini, ölümsüz bir Tanrı'ya tapmaktan başka bir şey değildir". Suriyeli Mikhael'e göre: "Gog tengri dedikleri tek bir Tanrı'ya tapmaktalar; bu ad göksel mavi Tanrı anlamına gelmektedir. Gerçekte Göğün Tanrı olduğuna inanmaktadırlar". Hayton kendi yönünden: Tatarlar Tanrı'ya inanıyorlar ve onu ölümsüz olarak biliyorlar" demektedir. Ricold de Monte Croce de şunları aktarmaktadır: "Dünyada her şeyin üzerinde Tanrı diye tanımladıkları en yüce bir varlığa inanmaktadırlar". Cami el-Tavarih, Tatarlara hitap eden bir Müslümana şunları atfetmektedir: "Kuran, çoktanrılıları öldürmeyi tavsiye etmektedir. Ancak sizler Tanrı'nın adını tüm emirlerinizin önüne koyduğunuzdan bu sınıfa dahil edilemezsiniz". Bu metinlerin Moğol devrinden kalmış olması, genelde geçerli olan kapsamını herhangi bir şekilde değiştirmez; ayrıca daha önceki devirlere ait Türklerle ilgili bu türden birçok örnekten söz edilebilir. Bu bağlamda Makdisi şunları yazmaktadır: "Türkler bir tengri, yani Tanrı birdir derler... Bazıları tengri'nin Göğün mavisinin bir adı olduğunu iddia eder... başka bazılarıysa Göğün kendisi olduğunu ileri sürerler.

Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini


Abdallar


Ömer Tuğrul İnançer:
  • Kalenderîlik, tıpkı melâmîlik gibi bir meşreptir, tarikât değildir. Sözün özü 'Şu hâl şu hâle mahsustur, bu hâl bu hâle mahsustur' demek, meşreple tarikâti birbirine karıştırmak yanlıştır. Abdallık ise bir meşrep değil, ihsan buyurulmuş bir hâldir, her tarikâtten çıkar.
  • Aptala değil, abdala mâlum olur. Mâlum olma da kaba sofuların itiraz ettikleri gibi gâipten haber vermek değil, mevcudu bilmektir, mevcud ise andan ibaret değildir.
Burak Çetintaş:
  • ...Ahmed Yesevî'nin ardıllarıdır ve 13. yüzyılın sonlarından itibaren Abdalan-ı Rum olarak anılmaya başlanırlar.
  • Bugün bir Bektaşî büyüğü olarak kabul gören Bursa civarındaki Geyikli Baba da 15. yüzyılda henüz sona ermemiş Abdallığın uzantısı.
  • Bursa'daki Abdal Murad, Buhara'dan gelip yerleşmiş; Abdal Musa Azerbaycan, Hoy şehrinden gelmiştir.
  • Musa Baba'nın mezarı Bursa - Yıkık Minare Mahallesi cami avlusunda; bazı kaynaklarda ise Elmalı'daki dergahın bahçesinde.
  • Abdal Mehmed 15. yüzyıl başlarında ölür; türbesi Bursa'da Abdal Mehmed Mahallesi'nde.

NTV Tarih, 2012 Kasım sayısından.


28 Mart 2013 Perşembe

Brecht 1

Almanya tepeden tırnağa silahlanırsa bir kere,
çok büyük belalar gelecek başına,
ve davulcu savaşını başlatacak.
Gene de Almanya'yı sizler savunacaksınız
tanımadığınız o yabancı ülkelerde
savaşacaksınız sizin gibi insanlarla.
Davulcu saçmasapan söz edecek kurtarıştan,
ama eşi görülmemiş olacak ülkedeki baskı.
Ve o kazanabilir her savaşı
son savaştan gayrı.
Yitirilince davulcunun savaşı
kazanılmış olacak Almanya'nın savaşı.
Bertolt Brecht, Savaşın Başlangıcı
(Çev. A. Kadir, Gülen Aktaş)

...

Sizler, görmeyi öğrenin bakakalmak yerine.
Davranın! Son verin şu salon gevezeliklerine!
Bu düzen az kalsın dünyayı yönetecekti.
Sonunda yenildi, ama ceremeyi halklar çekti.
Zaferi kutlamak için hiç de acele etmemeli;
Pisliği doğuran karın bugün bile verimli.
Bertolt Brecht,
Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi, Son deyiş


Türkmen Şairi Mahdum Kulı'nda Rüya ve Dolu


Mahdum Kulı'da halk şiiri geleneğinde görülen rüya görme ve bade motifi de yer alır. "Diydiler" redifli şiirinde şairi rüyasında dört atlı alır ve gökyüzüne çıkarırlar. şair kendinden geçer. Adem'den beri bütün evliya ve enbiya ile tanıştırırlar. Arşda, ferşde var olan sırları gösterirler. Kendinden geçen şairi yüzüne tükürerek uyandırırlar. Sonra ona hayır dua ederler. Sonunda da şair, peygamberin emriyle getirildiği eve bırakılır:
Bir gice yaturdım düniñ yarında (gecenin yarısında)
Bir dört adlı geldi yörgin diydiler ("yürü" dediler)
Haberimiz bar saña fursat câyında (fırsat yerinde)
Şol yerde ärler bar görgin diydiler
...
Resul çagır aydar ashâblar süriñ
Oglanı uzadıñ bir fâtâ beriñ (fatiha okuyun)
Buyurdı tört atla eltün tapşırıñ
Getürgen câyında koygın diydiler

Mahdum Kulı bâde içmiş, öğrendiklerini, bildiklerini, gördüklerini söyleme ruhsatı almış bir şairdir. "Boldım giryâne" şiirinde de bunu şöyle anlatmaktadır:
Biri gelüp elin gögsime urdı
Biri bir tîg birlen yüregim yardı
Agzıma agzın koyup biri dem urdı
Diyrler arzıñ diygin Şâh-ı Merdâne
...
Bular böyle diygeç dilim açıldı
Kana kana mey muhabbet içildi
Köñlüme yedi tavr sual geçildi
Diydim ruhsat bolsa gelsün zebâne

Mahdum Kulı rüyasında Nakşîbendî şeyhini görür ve elinden bâde içer. Bunu şu satırlarla dile getirir:
Bir gice yaturdım Şâh-ı Nâkşîbend
Keremi cûş eylep bir nân getürdi
Sag elinde  gül-gûn bâde şarâbı
Sol elinde tâze biryân getürdi
...
Uyandım uykudın kaldım düşümden
Hayrân kaldım dîvâneniñ işindin
Bâdesin nûş eylep gitdim hûşumdan
Gam dîdeden eşk-i giryan getürdi

Türkmen Edebiyatı Notları

Magtımkulı

Ögbeler "Atalar"

Ene-Say'ım, Sayan Tandım / Egir şagdan çurtum çüve
Eriğ Xoyug sıgıt, xömey / Erte şağdan ırım çüve
Xömey sıgıt ögbeleri / Köje daştar aparza-daa
Xörek çırek xayımnaldır / Xömeyler tölder bister
Kargıranıñ ögbeleri / Xaya daşçe xuulza-daa
Kadıg setkil uyaradır / Kargıralar tölder bister

Boncuklu Dağ

Dede Korkut bir gün kopuzunun ucuna taktığı munçak'ını bir dağda kaybetmiş. O dağın adı Munçaktı Tav olmuş. Munçak da bizde boncuk olmuş.